Yolların ya da yol kavşağında olmanın o yere, o coğrafyaya ne kazandırdığının anlamı nedir? Ulukışla’ ya tarihine ve coğrafyasına bakmak, herhalde böyle bir soruya verilecek en net cevaptır. Coğrafyasının Dünya tarihinin akışına yön verdiği, Ulukışla gibi çok az örnek vardır. Modern insanın ataları, neolitik dönemde Suriye ve Filistin’den gelen ilk ustalar ve tüccarlar, Asur’un Kervanları, Hitit orduları, Persler, Yunanlılar, Romalılar devamında Bizans, Araplar ve Türkler….

Onların dışında bilim, sanat, mimarlık, felsefe, dinsel anlayışların hepsi, bu dar kıstaktan geçerek ya Anadolu’ya ulaşıyor ya da tam tersi yoldan Yakın Doğu’ya yayılıyordu.

Kimler geçmedi ki. Feylozof Apollonuus, Hz. İsa’nın havarisi Aziz Paulus, ünlü hatip Çiçero, Romalı İmparatorlar Jül Sezar, Markus Orellus, Hadrianus ve Trajan…..

Pers Kaserses, Darius, yine bir Pers taht ortağı Genç Kiros ve generali Ksenepon, Makedonyalı İskender, Halife Memmun, Harun Reşit, Kutalmışoğlu Süleyman Şah, Alaadin Keykubat, Haçlılar, Yavuz Sultan Selim, Kanuni, Mustafa Kemal Paşa, Karacaoğlan, Ali Rıza Yalgın… Daha ismini sayamayacağımız bir çok asker, feylezof ve bilim adamı, hatip, gezgin, şair, maceracı ve entrikacı…..

Yakın Doğu’nun, Akdeniz Havzası’nın ve hatta Uzak Doğu’nun her askeri, siyasi, ticari ve düşünsel şekillenmesi, Ulukışla coğrafyasın da derinden hissediliyor, tüm bu şekillenmelerin bel kemiğini oluşturuyordu.

Afrika’dan yola çıkan modern insanın ataları, Anadolu Coğrafyası’nı çiğneyerek Avrupa’ya ulaştılar. Yaklaşık 1.3 milyon yıl önce gerçekleşen bu yolculuk sırasında Torosları en uygun nokta olan Gülek Boğazı’ndan aşmaları doğaldı.

Buzul çağının sona ermesi ile günümüzden 12 000 yıl önce, güneyden gelen bir grup insan aynı yolu aşarak Ulukışla topraklarına girdiler. Onları buraya çeken, volkan camı da denen obsidiyendi. Volkanların fışkırttığı lavın aniden soğuması ile oluşan obsidiyen, Hasan Dağı ve Melendiz Dağı’nın çevresinde bol miktarda bulunuyordu.

Suriye, Filistin ve Mısır’ın bereketli ovalarında avcılık ve tarımla uğraşan bu insanlar, her türlü delici ve kesici alet yaptıkları bu minerali, işlemesini biliyorlardı. Yakındoğu’nun ve Akdeniz Havzası’nın duyduğu ihtiyacı gidermek için, Kale Tepe, Nenezi Dağı, Bitli Keler, Kayaardı vb. yerlerde, kurdukları atölyelerde obsidiyeni işleyip, mızrak ucu, bıçak, ustura, ok ucu, süs eşyası yaptılar.

Önce insan sırtında, hayvanların ehlileştirilmesi ile birlikte hayvanlarla, bu malzemeleri geldikleri yolu aksi istikametinde taşıyarak hem ilk endüstriyel üretimi hem de bilinen ilk ticari yolu oluşturdular. Günümüzden 7 000 yıl önce, denizciliğinde gelişmesi ile günümüzün Tarsus’ u ve Mersin’ in yerinde olan ilk limanlardan obsidiyenden yapılan aletleri Mısır, Kıbrıs yerlere taşıdılar. Obsidiyen işleyen ustalar Anadolu’ da neolitik çağı da başlatmış oldular. Yazının devamı gelecek hafta yayınlanacaktır.

Misafir Avatar
İsim
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.