F. Tan: Merhaba, Prof. Dr. Peker Sandallı kimdir kendinizden biraz bahseder misiniz?
P. Sandallı: 1938 yılında Niğde’de doğdum. İlkokulu İnönü, liseyi Niğde Lisesi’nde bitirdim. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Diş Hekimliği Yüksek Okulu’ndan 1960 yılında mezun oldum. 1964 yılında Diş Hastalıkları ve Tedavileri konusunda ‘Dr. med.dent’, 1969 yılında Periodontoloji konusunda doçentlik ve 1974 yılında da Oral İmplantoloji konusunda profesör unvanlarını aldım. 1967-1968 yıllarında Londra Üniversitesinde Periodontoloji konusunda uzman oldum. 1969 yılında Londra Üniversitesinde Diş ve Çene Radyolojisi dalında çalıştım. 1972 yılında Cenevre Üniversitesi’nde diş fizyolojisi konusunda çalışmalar yaptım. İstanbul Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi’nde Periodontoloji ve Oral İmplantoloji; Yeditepe Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi’nde de Oral İmplantoloji Anabilim dalları olmak üzere 3 adet Anabilim dalının kurulmasını sağladım. Türk Periodontoloji ve Türk Oral İmplantoloji Derneklerini kurarak bu derneklerin başkanlıklarını yaptım. 1983 yılında Türk Diş Hekimleri Cemiyeti Başkanlığı’nı yürüttüm. 1987-1991 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi’nde dekan olarak görev aldım. 1999-2003 yıllarında ICOI Dünya implantoloji Derneği’nin Başkanlığı’nı yaptım. 1997 yılında kendi isteğimle İstanbul Üniversitesi’nden emekliye ayrıldım. 2005 yılından itibaren, New York Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi’nde İmplantoloji konusunda öğretim görevlisi olarak kabul edildim ve dersler vermeye başladım. Periodontoloji ve oral implantoloji konularında kitabım ve çok sayıda araştırma ve makaleler yazdım. Diş doktorlarına yönelik birçok konferans ve kurslar verdim. 2005 yılında, Yeditepe Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi’nden ayrılıp İstanbul Dental Center Diş Polikliniği`ni, Osmanbey- İstanbul`da kurdum ve halen bu diş polikliniğinin mesul müdürlüğünü yapıyorum. Aynı zamanda burada diş doktorlarına Oral İmplantoloji ve Periodontoloji konularında kurslar veriyorum. Ayrıca “Anılarım, Bir Diş Doktorunun Hayatı” isimli kendi anılarımı içeren bir kitap yazdım. Evli, 2 çocuğum ve 3 torunum var.
F. Tan: Eğitimci bir ailenin çocuğusunuz. Bizlere anne ve babanızı anlatır mısınız?
P. Sandallı: Annem Nazire Sandallı ve babam Hıfzı Sandallı Atatürk öğretmenlerindendi. Babam Hıfzı Sandallı, ilk öğretmenliğini Mersin’in Aslan köyünde yaptıktan sonra Niğde’de Dumlupınar İlkokulu Başöğretmenliğine tayin edilmişti. Bu okulda öğretmen olan annemle evlenmişler.
Bu evlilikten İlker, Peker, Türker adlarında üç çocukları oldu. Babam daha sonra Sakarya ilkokulu Başöğretmenliği yaptı ve çocuklarının yüksek tahsilini yaptırmak için İstanbul’a tayinlerini istediler. Babam Hıfzı Sandallı, önce İstanbul Maarif Müdürlüğü’nde daha sonra da Fatih Akşemseddin İlkokulu Başöğretmeni olarak görevini yaparken annem Nazire Sandallı Gedikpaşa’da Surp Mesrupyan okulunda Türkçe öğretmeni olarak çalıştı. Annem şiire çok meraklıydı ve 5 şiir kitabı çıkardı ve şiirleri yarışmalarda dereceler aldı.
Biz üç kardeşin de yüksek öğretim görüp başarılı olmamızda anne ve babamızdan aldığımız disiplinli çalışma, eğitim ve hayat derslerinin çok faydası olmuştur. Ağabeyim İlker, İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi’nden mezun olurken, kardeşim Türker ve ben diş hekimi olduk. Türker’de benim gibi akademisyen olup çok başarılı oldu. Yeditepe Üniversitesi ve Altınbaş Üniversitelerinin Diş Hekimliği Fakültelerini kurup 20 yıldan fazla dekanlık görevlerini yaptı.
F. Tan: Çok yaramaz bir çocukluğunuz olduğunu Niğde’nin Kayaardı Bağları’nda eviniz bulunduğunu öğrendim. Niğde’ye hangi sıklıkla geliyorsunuz? Niğde ile bağlarınız devam ediyor mu?
P. Sandallı: Niğde’de yaz aylarında şehirdeki evleri Adana’nın sıcağından kaçıp Niğde’ye gelen Adanalılara kiraya verip daha serin olan bağ yerlerine taşınmak bir adet haline gelmişti. Kayaardı da Sandallı Sokağındaki elma bağında bulunan evimize biz de okullar kapanınca göçerdik ve açılınca da tekrar şehre taşınırdık. Kayaardı’nda bizim yaşlarda arkadaşlarımız vardı. Onlarla çok iyi anlaşıyor ve oynuyorduk. Bu çocukluk arkadaşlarımla bir gurup kurup komşunun ineğini akşam eve gitmeden önce çevirip sağıyor, sütünü içiyor; çaydaki ördekleri avlıyor, pişirip yiyor, arı yuvalarını çamurla kapatıyor, kuşları avlıyor, köpeklerin kuyruğuna teneke bağlamak gibi birçok yaramazlığı yapıyorduk.
Şimdi kızım Ece, oğlum Ege, kardeşim Türker, eşlerimiz ve torunlarla beraber Temmuz ve Ekim aylarında yani kiraz ve elma mevsiminde yılda 2 defa her sene Niğde’ye gidiyoruz. Çocukluk anılarımız, ailemizle birlikte gözümüzde canlanıyor, toprağımızı özlüyor ve tadını çıkarıyoruz. Bazen çocukluk arkadaşlarımızla rastlaşıp eski günleri anıyoruz. Her gittiğimizde pınardan akan buz gibi suyu yudumlamak, tulumbadan su çekip el ve ayaklarımızı soğuk suyla yıkamak, Niğde Tavasını fırında pişirtip bağa getirerek hep beraber pideyle yemek, dut ağacına çıkıp altına savan serip silkeleyip Niğde’nin küp peyniriyle dut yemek veya Kemerhisar’da pekmez kaynatan ve köfter yapan bir bahçede bulunmanın zevki bambaşka. Her yıl bir veya iki defa Toroslar’ın en yüksek tepesi olan Demirkazık eteğinde bulunan, Dokuz Göz adı verilen ve Ecemiş ırmağının kaynağında kurulan alabalık çiftliğinde gürül gürül akan ırmağın kıyısında tere yağda kızarmış alabalıklarını taze koyun yoğurdu ve soğan salatasıyla yemenin keyfi, bizim için dünyanın hiçbir yöresiyle değişemeyeceğimiz en büyük zevk oluyor.
F. Tan: Niğde Lisesi’ni birincilikle bitirmiş bir öğrencisiniz. Hem Teknik Üniversite’nin Elektrik Mühendisliği hem de İstanbul Üniversitesi’nin Diş Hekimliği Yüksekokulu’nu aynı anda kazandınız. Aynı anda iki fakülteyi kazandınız tercihinizi nasıl yaptınız?
P. Sandallı: Niğde Lisesi birinci sınıfına geçtiğim yıl Fen koluna ayrıldım; sınıfta 13 kişi vardık, ikisi kız öğrenci idi. 1954 yılı sonunda lise 3. sınıfta olan bizler ve 4. sınıfta olanlar beraber mezun olduk. Böylece Üniversitelere başvuru iki misli olmuştu. Bizim hocalarımız çok iyi hocalardı, nur içinde yatsınlar. Lise ders kitaplarını bizlerle beraber yazdılar. Burada rahmetli matematik öğretmenimiz Tahsin Çizenel’i zikretmeden geçemeyeceğim. Bu nedenle hepimiz hem Teknik Üniversite hem de İstanbul Üniversitesi sınavlarında başarılı olduk. Hayatın gerçekleriyle yüz yüze geliyordum; annemi ve babamın bizlere gösterdiği hoş görü, fedakârlık, öz güven, paylaşma duygusu ve mesuliyet hissi benim de bir iş sahibi olmam, onun için de muhakkak üniversite sınavını kazanmam gereğini zorunlu hale getiriyordu. İstanbul’a gidip sınavlara girdim. Amacım elektrik mühendisi olmaktı, evde prizleri tamir ediyor, elimden tornavida düşmüyordu. Hem Teknik Üniversite hem de İstanbul Üniversitesi’nin sınavlarına girdim. Niğde’de diş doktorları iyi para kazanıyordu, babam diş doktoru olmamı istiyordu. Diş Hekimliği Fakültesi’ni ve Teknik Üniversitesi’nde de Elektrik Mühendisliği sınavlarını kazanmıştım. Annem ve babam çok sevinmişlerdi. Babam diş hekimi olmamı istediğinden akrabamız olan ve İstanbul’da çok kazanan ve iyi bir isim yapmış olan diş doktoru Hasan Nail Kubalı’ya bir mektup yazıp onun tavsiyesini almak istedi. Mektubu Hasan Bey’in İstiklal Caddesi Baylan Pastanesi üstündeki Atlas Sineması karşısındaki kliniğine götürdüm. Hasan Bey kısa boylu, gözlüklü ve mesleğini çok iyi bir şekilde icra eden bir diş doktoru idi. Beni laboratuvarına aldı, elime bir alçı blok verdi ve çekmiş olduğu bir dişi de model olarak karşıma koydu, alçıyı dişe benzetmeye çalışmamı istedi. Elimdeki bıçağa benzeyen bir spatula ile bir şeyler yapmaya çalışırken; o, içeride hastalarına bakıyordu. Bir süre sonra geldi ve yaptığım benzetmeyi çok beğenmiş olmalı ki “senin el yeteneğin çok iyi, sen iyi bir diş doktoru olursun” dedi. “Ben diş hekimliğine girdikten sonra boş vakitlerimde buraya gelip sizinle beraber çalışabilir miyim?” dedim. Bu isteğimi kabul edince, o anda diş hekimi olmaya karar verdim. Babama da bu kararımı bildirdim.
F. Tan: Okul hayatınıza etki etmiş aynı zamanda akrabanız olan Hasan Nail Kubalı’yı bize biraz anlatır mısınız?
P. Sandallı: Hasan Nail Kubalı’yı rahmetle anıyorum. Hasan Bey 1950’li yıllarda İstanbul’un en iyi diş doktoru olarak ün salmıştı. İkiz kardeşi Hüseyin Nail Kubalı’da İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde Anayasa profesörü idi. Kubalı ailesi Niğde’de iyi tanınmış bir aileydi. 1950’li yıllarda Hasan Bey, “Damaksız Protezler” adında yeni bir buluşunu tanıtmak üzere Amerika Birleşik Devletlerine gitti ve konferanslarıyla bu buluşunu anlattı. Bu buluş bir Amerikan diş dergisinde de yayınlandı ve çok ilgi çekti. Oğlu Yaman’da diş doktoru oldu. Yaman Kubalı aynı zamanda milli basketçimiz oldu. Hasan Bey benim gibi mesleğini çok seviyordu. Her perşembe akşamı muayenehanesinde 5-6 diş hekimi toplanıyor ve bir vaka üzerinde tartışıyorduk. Hasan Kubalı muayenehanesi benim için ikinci bir okul olmuştur. Hasan Bey bana diş hekimliği mesleğini sevdiren kişi olmuştur. Ruhu şad olsun.
F. Tan: İstanbul Üniversitesi’nin Diş Hekimliği Yüksekokulu’nu birincilikle bitirdiniz. Eğitim hayatınızda İngilizce öğrenmeniz çok ilginç. Bu İngilizcenizle de burs kazandınız. Bu anınızı okuyucularımızla paylaşır mısınız?
P. Sandallı: Niğde Lisesi’nde yabancı dil olarak Fransızca okumuştuk. Üniversiteye başlayınca İngilizce lisanının özellikle tıp ve diş hekimliği için çok daha önemli olduğunu araştırmacıların yayınlarını bu lisanda yaptıklarını anlamaya başlamıştım. Böylece İngilizce öğrenmeye başladım. İstanbul’da British Council İngilizce kurslarına devam ettim.
Babamın bir ileri görüşü de bizlerin iyi İngilizce öğrenmesini sağlamak gayretiydi. Bunun için İngiltere’den NATO vasıtasıyla Türkiye’ye Türkçe öğrenmeye gönderilen subaylara evimizde bir oda vererek onlardan bizim lisan öğrenmemizi temin etti. İlk gelen Peter Eliot adındaki İskoçlu bir deniz kumandanıydı. Çok sempatik seyrek, dökük beyaz saçlı, kırmızı yanaklı, çok hareketli ve centilmen birisiydi. Diş hekimliğinde okurken ben ona Türkçe o da bana Ingilizce öğretiyordu. Ben lisede Fransızca okumuştum, ama İngilizcenin tıp dalında çok geçerli olduğunu, yayınlanan makalelerin çoğunun İngilizce olduğundan söz ediliyordu. Peter’ın kaldığı iki sene çok verimli geçti ve ben hiç bilmediğim bir lisanı da kendi kendime onun sayesinde öğrenebilmiştim. Nitekim üniversite asistanlık sınavına Fransızca yerine İngilizceden girerek kazandım. Peter’dan sonra George geldi ve o da iki sene kaldı ama o tam bir İngiliz soğukkanlı vatandaşıydı, pek kaynaşamadık; ama Peter Eliot ile dostluğumuz yıllarca devam etti. Türkiye’yi çok sevdi, Niğde’ye gidip bizim bağ evimizde yazın aylarca kaldı. Biz İngiltere’ye gidip onun Ashford’daki evinde misafir olduk.
F. Tan: Niğde Lisesi’nin fen bölümündeki 13 mezundan birisiniz. Sınıf arkadaşınızla irtibatlarınız devam ediyor mu? Sizin mezun olduğunuz dönemin öğrencilerinin başarılarından bahsedebilir misiniz?
P. Sandallı: Lise son sınıfında Fen Kolunda 13 öğrenciydik. Sema ve Aysel isminde iki kız arkadaşımız vardı. Maalesef bazı arkadaşlarımızı kaybettik. Hatırladıklarım arasında Kemal Ustabaşı vardı, onunla 7 yaşından beri arkadaşlığımız devam etti ama o, Ankarada’ki Ziraat Fakültesi’ni kazanınca sadece birkaç kere yazları Niğde’de görüşebildik. Sema, çocuk doktoru oldu ve bir ara İstanbul’daki Haseki Hastanesi’nde görev yaptı. Aysel’in Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’ni bitirdiğini duymuştum. Ayhan Caymaz benim Ortaokuldan beri sıra arkadaşımdı. Onunla arkadaşlığımız hep devam ediyor, çok başarılı bir makine mühendisi oldu. Eskigümüş’te bağları var, Niğde’ye gittiğimizde beraber oluyoruz. Borlu olan arkadaşlarımızdan Yunus ve Burhanettin’i orta yaşlarda kaybettiğimizi öğrendim. Özer adındaki yine Borlu olan arkadaşımız diş hekimi oldu ve Almanya’ya yerleşti. Maalesef diğer arkadaşlardan haber alamadım.
F. Tan: Sizinle ilgili edindiğim bilgilerde ‘Kökünüzün Anadolu’da doğduğu büyüdüğü topraklarda olduğunu unutmayan ve başarınızın temelinin o yıllarda atıldığı’’’ belirtilmiş. Sizi bu kadar başarılı kılan asıl sebep nedir?
P. Sandallı: Benim başarılı olmamdaki etkenleri şöyle sıralayabilirim:
- Anne ve babamın öğretmen olması nedeniyle bizi çocukken çok iyi eğitmiş olmaları.
- Okullarda bilgili ve iyi öğreten hocalarımız büyük şanstı.
- Özellikle, babamın bizi çocukluktan itibaren hayat adamı olarak yetişmemize
yön verdiren gayretleri.
- Planlı ve programlı çalışan biri oldum.
- İstikrara önem verdim.
- Arkadaşlarımı iyi seçtim.
- Hırslı olmadım ama çalışmaya önem verdim. Başarı sonradan kendiliğinden geldi.
- Başkalarının fikirlerini öğrenme gayretinde oldum ve onların fikirlerine kendi fikrimi katıp aralarından en uygununu seçmesini bildim.
- Tesadüfe inanmadım.
- Zamanı iyi kullandım.
- Hiçbir zaman mükemmeliyetçi olmadım.
- Sporu düzenli yaparak sağlığıma dikkat ettim.
F. Tan: 83 yaşında hala başarılarından söz ettiren bir doktorsunuz. Yaşamakta olduğumuz pandemi sürecinde dahi enseyi karartmadan insanlara sağlık dağıtmaya devam edeceğiz diyorsunuz. Bu motivasyon ve enerjinizi neye borçlusunuz?
P. Sandallı: Mesleğinizi sevmek bence başarılı olmanızın tılsımlı anahtarıdır. Bir söz vardır:
“Öğretmek iki defa öğrenmektir.” Çok doğru bir tespit, ben öğrendiklerimi diş doktoru öğrencilerime verdiğim konferans ve kurslarla defalarca öğrettiğim için mesleğin bütün yeniliklerini ve gelişmelerini takip ederek meslektaşlarımla paylaşarak mutlu bir insan oldum.
F. Tan: 2008 yılında, implant alanında sürekli eğitim veren en geniş uluslararası kuruluş olma niteliğine sahip Dünya İmplant Birliği (ICOI)’nin Prof. Dr. Kenan Eratalay, Dr. Ali Arif Özzeybek ile dünya genelindeki eğitim temsilcilerinden biri oldunuz. Bu temsilcilikler dahilinde nasıl çalışmalarda bulundunuz? Bu temsilciliğin Türkiye açısından önemi nedir? Hâlen bu temsilcilikleriniz devam ediyor mu?
P. Sandallı: Ülkemizde daha önce olmayan iki anabilim dalını ve bu dalların derneklerini kurdum. Periodontoloji ve Oral İmplantoloji Anabilim Dalları ve Türk Periodontoloji Derneği ve Türk Oral İmplantoloji Derneği.
Oral İmplantoloji Anabilim Dalı dünyada ilk defa Türkiye’de bir üniversite çatısı altında kurulan bir bilim dalı oldu. Daha sonraları Amerika ve Avrupa’da kürsüler açıldı.
ICOI yani Dünya İmplantoloji Derneği’ndeki çalışmalarım dolayısıyla 4 yıl New York’ta bu kuruluşun başkanlığını yaptım ve pek çok ülkede diş doktorlarına diş implantları bilimini öğretmede katkılarım oldu.
F. Tan: Niğde’li bir doktor olarak dünya çapında bir ilke imza atarak dünyanın ilk diş eti naklini yaptınız. O ameliyatı ve o anki duygularınızı anlatabilir misiniz?
P. Sandallı: Evet, 1975 yılında tedavi amacıyla kesilip atılan diş eti büyümelerini vestibül derinleştirme operasyonlarında kullanıp o güne kadar kimsenin düşünmediği diş eti naklini gerçekleştirdim. Bu tekniğimi bir Amerikan Dergisi’nde yayınladım ve bu operasyonun detaylarını ve sonuçlarını İngiltere’nin Liverpool şehrinde düzenlenen -The British Society of Periodontoloji Kongresinde- bir tebliğ ile açıkladım. Çok ilgi çekti ve birçok diş doktoru tarafından “Sandallı Operasyon Tekniği” adıyla kullanılmaya başlandı.
F. Tan: Hayatınızın herhangi bir noktasında sizi en çok etkileyen bir anınız var mı? Bizimle paylaşır mısınız?
P. Sandallı: 2000 yılında, Las Vegas şehrinde Dünya İmplantoloji Derneği (ICOI) kongresinde 2000’den fazla olan bir diş doktorları toplantısında ben başkan iken, -Presidential Dinner- yemeğinde kızım Ece Sandallı’nın Anatolia adlı şarkısı kızım tarafından icra edildiğinde, yemekte bulunanların ayağa kalkıp alkışlaması en mutlu anılarımdan bir tanesi oldu.
F. Tan: 2019 yılında “Anılarım, Bir Diş Doktorunun Hayatı” adlı kitap yayınladınız. Kitabı satışa sunmayarak hediye ediyorsunuz. Sizi bu kitabı yazmaya yönlendiren sebepler nelerdir?
P. Sandallı:Bugüne kadar olan anılarımı bu kitapta okurlarımla paylaşmak istedim, kitabı kendim bastırdım ve arka sayfasında da belirtildiği üzere gelirini anne ve babamın öğretmen olarak hizmet ettikleri Niğde Dumlupınar İlkokulu çocuklarının geçen seneki kış ihtiyaçları için yolladım.
F. Tan: Pandemi sizi, aile yaşantınızı ve işinizi nasıl etkiledi?
P. Sandallı: Pandemi süresince çalışmaya devam ettiğim için beni çok fazla etkilemedi diyebilirim, ama torunlarımı çok etkiledi. Onlar asosyalleştiler ve okula gidemedikleri için strese girdiler; telefon, tablet ve bilgisayarlara daha çok bağımlı oldular, Dışarıya çıkamadıkları için çocukluklarını yaşayamıyorlar, tabiatla birlikte olamıyorlar. Onlar için çok üzülüyorum.
F. Tan: Uluslararası başarılara imza atmış bir profesör ve bir Niğdeli olarak Niğde’nin okuyan gençlerine önerileriniz nelerdir?
P. Sandallı:Bir zamanlar Fertek köyü Türkiye’deki en çok okur yazarı olan köy olarak ilan edilmişti. Şimdi de aynı olduğunu düşünüyorum. Niğde’de üniversitenin açılmış olması Niğde’ye büyük bir fayda sağlamıştır. Niğdeli gençlerin meslek sahibi olmaları daha kolay olmuştur. Bu gençlere çok çalışmalarını, disiplinli olmalarını ve mesleklerine sahip olurken en az bir, hatta iki yabancı lisanı iyi öğrenmelerini öneriyorum.
F. Tan: Niğde’ye işinden dolayı uzak bakmak zorunda olan biri olarak Niğde’nin gelişmede geride kalmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
P. Sandallı: Niğde coğrafi bakımdan ters bir yerde konuşlandığı için yatırım bakımından ihmale uğradığını düşünüyorum. Bir taraftan Adana diğer taraftan Kayseri gibi büyük şehirler daima Niğde’nin kısmetine engel olmuştur. Ayrıca, zamanla Aksaray ve Nevşehir’in Niğde vilayetinden ayrılmasının da etkisi gelişememede önemli bir rol oynamıştır. Söz verilen hava alanı henüz gerçekleşmemiştir. Niğde’den büyük şehirlere göç fazla olmuş ve köylerden de şehir merkezine yerleşim fazlalaşmıştır. Benim çocukluğumda 25 bin olan şehir nüfusu bugün 100 binin üzerinde olsa da sanayi bakımından büyük fabrikalar açılmamıştır. Aksaray ve Kayseri daha fazla gelişmiştir. Ankara’dan Niğde’ye açılan yeni otoyolun faydasının olacağını düşünüyorum.
F. Tan: Niğde’nin gelişmesine bilim ve iş alanında ses getiren projelere imza atan değerli insanlarımızın katkıları nasıl olabilir? Bu konuda önerileriniz olur mu?
P. Sandallı: Niğde’nin gelişmesi için öncelikle havaalanının kısa sürede açılması gerekmektedir. Sayın Tansu Çiller zamanında Bor yakınlarında temeli atılan Niğde Havaalanı yapıldığında hem Niğde hem Aksaray ve hem de civar ilçelere faydalı olacaktır. İş istihdamı bakımından çok sayıda fabrika açılması, hayvancılığa ve tarıma değer verilmesi, köy kooperatifçiliğinin geliştirilmesi şarttır. Bütün bu işler ile birlikte halkın eğitimi de üst seviyelere çıkarılmalıdır. Turizm geliştirilmelidir. Niğdeliler akıllı, zeki ve çalışkan insanlardır. Boşa dememişler: Bir Kayserili iki Yahudiye bedeldir, ama bir Niğdeli de iki Kayseriliye bedeldir.
F. Tan: Sizi tanıdığım için çok mutlu oldum. Buradan Niğdelilere son olarak iletmek istediğiniz bir mesajınız var mı?
P. Sandallı: Ben de çok mutlu oldum sizi tanıdığım için, son olarak bizim yaptığımız gibi Niğde’den ayrılmış olan Niğdelilerin hiç olmazsa senede bir iki defa Niğde’yi ziyaret ederek hasret giderirken, Niğde’nin gelişmesindeki eksiklikleri yerinde görüp yardımcı olmalarını dile getirmek isterim.