2. Bölüm
F. Tan: Niğde Kalesi kentsel dönüşüme açıldı biliyorsunuz. Kalenin sizin gençliğinizdeki durumundan biraz bahseder misiniz?
İsmail Özmel: Niğde kalesi son halini Anadolu Selçuklu hükümdarı II. Kılıçaslan, II. Rükneddin Süleyman Şah ve I. Alaeddin Keykubat dönemlerindeki yenileme, tamir ve yapım olarak bugünkü halini aldığını tarihi kayıtlardan öğreniyoruz. Kalenin çevresinde iç kaleyi çeviren bir sur ve sonra da kaleyi çepeçevre kuşatan muhteşem duvarların sadece bir kısmı günümüze ulaşmıştır. Dumlupınar İlkokulu’nun karşısındaki kapı kaleye giriş kapısıdır. Oradan sebze pazarına doğru giderken Bedesten’e paralel olarak sağda yükselen duvarlar eskilerin kalıntılarıdır.
Kale’nin eski ihtişamından bahsedemeyiz. Çünkü bu büyük ve haşmetli yapının içine girilmezdi. Kapısının arkasına yığılan damların ve duvarların molozları, uzun yıllar, giriş kapısının açılmasını ve içeriye girilmesini imkânsız kılmıştır. Yeniden hayata kavuşturulması için yapılan teşebbüsler sonuçsuz kalmıştır. Ancak topluca bir yenilemeye karar verilip onarıldıktan sonra Kale ihtişamına kavuşmuştur, diyebiliriz.
Kale, görülmeye ve gezilmeye, terasında şöyle bir bardak çay yudumlamaya değer güzellikte ve görkemdedir. Dostlarla; sanat tarihçileri ve tarihçiler de bu sohbete katılırlarsa; güzel zamanın zevkine payan yoktur.
Dışarıdan görünümü heybetlidir ama içerden baktığınızda bir başka ihtişamı yansıtır. Kesme sarı taştan yapılmış ve katlara demir merdivenlerle ulaşılan bir defa gören onun ürperti veren yükselişini ve hemen yanındaki Saat Kulesinin güzelliğini belleğinden silemez. Kaç defa katlara tırmandık, oturup sohbet ettik. İmkân olur olmaz tekrar gitmeyi oralarda biraz vakit geçirmeyi isterim. Geçmişten Günümüze Niğde ve Doğduğum Şehir Niğde anı kitaplarımın arka kapağındaki resmim Kalenin terasında çekilen resimlerimdir. Bana her gidişimde ihtişamı ve huzuru çağırmış, mutlu etmiştir.
F. Tan: Niğde’de bildiğiniz gibi Hatıroğlu çeşmesi var. Hatıroğlu kimdir?
İsmail Özmel: Hatıroğlu Çeşmesi, yüzyıllar ötesinden bize Türk tarihinin bir hediyesidir. 1267-68 yıllarında Hatıroğlu Şerafettin Mesut tarafından yaptırılan çeşme, Alâeddin Camisi’nin tam karşısında o çevrenin su ihtiyacını karşılayan çeşmedir. Niğde’nin en eski çeşmesidir ve kitabesiyle beraber günümüze kadar ulaşmıştır.
F. Tan: Niğde’nin köklü aileleri var Soylu, Soyer, Arısoy, Altuncu, Katırcıoğulları, Rasafendiler, Kitapçılar, Bayhanlar, Taşçıhafızlar, (Erem) Hafızlar, Göncü aileleri gibi… Bu köklü ailelerle ilgili bizlere neler aktarmak istersiniz?
İsmail Özmel: Şahenk ailesi: İş adamı Ayhan Şahenk rahmetliyle başlayan, ağabeyi Avukat Sait Şahenk, zamanın eğitim görmüş başarılı kişilerindendir. Şimdi ikinci nesil devam ediyor.
Sait Şahenk’in eşi Vedia Şahenk, Sivas Kongresi Heyet-i Temsiliye üyesi ve 1. Meclis’te Niğde’yi temsil eden Ratıpzade Mustafa efendinin kızıdır. Milli Mücadeleye uzanan bir tarihi derinliği de vardır.
Soylu ailesi: Soylu ailesinden tanıdıklarım rahmetliler vardır. Tarih öğretmen emeklisi iken vefat eden arkadaşım Coşkun Soylu ile Güner Soylu’yu ve Bankacı kardeşi, rahmetli Ergun Soylu’yu anmalıyım. Ortaokul sınıf arkadaşım bankacı (At sevdalısı) Argun Süer’i de unutmamak gerekir. Onlar Paşa Camii’nin banisi Murat ve Ali Paşa’ların torunlarıdır. Caminin son türbedarı Meclis-i Mebusan dört dönem Niğde Mebusu Muhiddin Efendi’dir. Özellikle Coşkun Soylu sohbetlerimizde bunu anlatırdı.
Göncü ailesi: Göncü ailesi içinde iyi öğrenim görmüşler de dâhil ticari hayata daha yakın yaşamışlardır. Bu sebeple de iyi bir birikim sağlamışlardır. Niğde’nin tanınmış tüccarlarından rahmetli İstiklâl Göncü, Galatasaray Lisesi ve İktisat Fakültesi’ni okumuştur. Dört erkek dört kız olmak üzere sekiz kardeş olan Göncülerin babaları rahmetli Hacı Mustafa Göncü ile ilgili bir anımı anlatmalıyım. Balhasan mahallesinden şimdiki üniversite misafirhanesine doğru giderken, tek katlı pencereli bir yapı var, sanırım aynen duruyor. Göncü dede bu pencereden dışarı bakıyormuş, göz göze geldik, şehrin büyüğü olduğundan selam verdim, o da selamımı aldı. Bir şeyler konuştuk ama konusunu hatırlamıyorum. Yalnız önünde Prof. Dr. Halit Kemal Elbir’in yayınladığı Türk Medeni Kanunu kitabı açık vaziyette duruyordu. Ayrıldıktan sonra düşündüm, ne güzel, Niğdeli bir tüccar, Türk Medeni kanunu okuyor, bu benim çok dikkatimi çekmişti.
Niğde’nin tanınmış ailelerinden Akkaşlar geniş ve köklü bir aile, Arısoy ailesinin dedeleri Niğde Müftüsü Afşar Süleyman Efendi Millî Mücadeleyi desteklemiş ve devletin o zaman için en güvenilir bir rüknü olarak 1938’e kadar bu görevini sürdürmüştür. Muhacirlerin iskânında ve diğer hizmetlerinde belirleyici hizmetler bulunduğunu biliyoruz. Bu hizmetleri yaparken kâtip olarak çalışan ve sonra Emniyet Genel Müdürü olan Vali Gafur Soylu ve Millî Mücadele yıllarında Süleyman Afşar Efendi’nin hep yanında olan Dr. Ruhi Soyer’i de rahmetle anmalıyız.
F. Tan: Son aylarda iki yeni kitabınız yayınlandı. Nasıl bu kadar üretici olabiliyorsunuz?
İsmail Özmel: Medeniyetlerin Çatışması mı? adlı eserim pandemi döneminin ilginç bir mahsulüdür. Kendimi isteyerek bilgisayarın başına kilitledim. Huntington’un Medeniyetler Çatışması adlı eserini buldum ve okumaya başladım, gördüm ki çok yere itirazlarım var. İtirazlarımı yazmalıyım dedim ve başladım yazmaya. Bu siyaset bilimci ilginç bir tez geliştirmiş ve dünyayı sadece demokrasilerle yönetilen kesime teslim etmek isteyen bir anlayışı sergiliyor. Çok ilginçtir her ikisini de okumak gerekir, diyeceğim ama ben kitabıma önemli paragrafları aldığım için yazdıklarımı okumak yeterli bir bilgi verir sanırım. 240 sayfada söyleyeceklerim bitmedi ama okuyucuyu da düşünmek gerekir dedim.
Destan Şairi Basri Gocul 18 yıl arkadaşlık yaptığım, sohbetler edip şiirler okuduğumuz bir kişiydi. Basri Gocul için manevi borç olarak böyle bir çalışmayı Niğdeli Şair ve Yazarlar kitabımın ikinci cildinde yayınlamıştık (2001), onu genişleterek yayımlamak nasip oldu.
Şimdi daha hacimli bir çalışmanın içindeyim. Adı "Çıkış Yolu". Bu eserde siyaset bilimci Fukuyama’nın düşünceleri üzerinde duruyor ve Türkiye’nin sıkıntılı döneminden nasıl kurtulabileceğine dair fikirlerimi yazıyorum.
F. Tan: Maddi anlamda Türkiye’nin herhangi bir şehrinde rahatlıkla yaşayabilirsiniz. Niğde’de yaşayıp Niğde’de üretmeye devam ediyorsunuz. Yaşınızın ilerlemesi de buna bir engel teşkil etmiyor. Sizin Niğde’ye olan bu bağınızı bu hayranlığınızı merak ediyorum. Niğde’yi nasıl bu kadar sevebiliyorsunuz?
İsmail Özmel: Bana sorulan sorulardan birisi de niçin Niğde’de oturmaya devam ediyorsunuz? Halbuki siz İstanbul’u çok seversiniz. Bu tespit doğru ve yerinde bir tespittir. Ama ülke meseleleriyle yakından ilgilenenler için, ülkenin karşı karşıya bulunduğu meseleleri gerçekçi bir biçimde anlamak, sakin bir Anadolu şehrinden bütün Türkiye’ye bakmanın avantajını görmek gerekir. Başarısız iktidarlara bakınız vatandaşla ilgisini kesmiş ve yakın çevrenin çemberine girmiş anlayışlar önce ülkenin ihtiyacını tespitte hataya düşerler, ikinci olarak vatandaşın geçim şartları ve karşı karşıya bulunduğu meseleleri bir türlü tespit edemezler ve anlayamazlar.
Rahmetli Süleyman Demirel; “Sıkıldığım zamanlarda köy kasaba kahvelerinde nefes alırım” derdi. Oralarda hiçbir kitabın yazmadığı, çoğunun kulağına ulaşmamış gerçekler vardır. Bu gerçekler ülkenin asıl yüzüdür. Aylardır Türk çiftçisinin içinde bulunduğu sıkıntılar anlatılıyor, üreten çiftçi mahsulünü satamıyor, yöneten kadrolar başka ülkelerden mahsul ithal ederken, kendi çiftçilerinin önünü kestikleri hiç akıllarına geliyor mu?
İşte mesele bu kadar basit, elinizi her deliğe sokacak, her sayfayı, mümkünse her yayını ve her sesi duymaya çalışacaksınız. Asıl o zaman milletin derdini anlar ve geçerli bir çözüm sunmanız mümkün olur.
55 Soruda Düşünen İnsan, Yansımalar- Bir Yol Hikâyesi- Eflatun Sordu-, Yunus Emre Tetkiklerine Eleştirel Bir Bakış, Muhafazakârlık ve Medeniyet, Medeniyetler Çatışması mı? Adlı eserlerimi İstanbul’da otursam yazabilir miydim? Çıkış Yolu, İstanbul şartlarında, İstanbul sokaklarında tıkanır kalırdı. Ülke hakkında söz söyleyeceklerin ülke bütününe bakmaya çalışması ve ülke bütününü dinlemeye çalışması gerekir. Niğde’den Türkiye’nin gerçek tablosu çok net görünüyor. Eğer Ankara bu manzarayı görebilseydi, ülke hiçbir zaman sıkıntılı noktalara gelmezdi.
Örülen bütün çoraplar bir ilmeğinden çözülür.
F. Tan: Yazarlığınız yanında Avukatsınız. Bu kadar kitabı nasıl zaman bulup yazıyorsunuz. Bu ilmi çalışmaları evinizde mi ofisinizde mi şekillendiriyorsunuz. Avukatlık mesleği ile yazarlığı aynı anda nasıl götürüyorsunuz?
İsmail Özmel: Avukatlık devamlı okumayı, araştırmayı gerektiren ince bir meslek. Okumayı bırakmak; su verilmeyen ağaç gibi kurumaya başlamak demektir. Tabii ki hep hukuk okumakla da olmaz. Genel kültür, ülkemizin karşı karşıya bulunduğu meselelerde fikir üretmek için çok yönlü okumak durumundasınız. Böylece zihni bir gelişmeyi sürdürüyorsunuz.
Edebiyatla ilgim lise yıllarına dayanıyor. Şiirle başladım. İlk şiirim 1952 yılında İstanbul’da yayınlanan Türk Sanatı dergisinde yayınlandı. Yavaş yavaş gazeteler dergiler ve kitaplar. İlk kitabım 1969 yılında yayınlandı. Bir Daha Yaşamak. Şiirler.
Son yıllarda yazıhanem açık ama dava almıyorum. Tamamen okumak ve yazmak benim hayatımın bir parçası haline geldi. Severek ve mutlu olarak bu çalışmalarıma önce yazıhanemde, sonra da evimde devam ediyorum.
F. Tan: Yetişme ve mesleki bilgi anlamında avukatlık mesleğinde, hukiki açıdan eski ve yeniyi karşılaştırmanızı istesek neler söylerdiniz?
İsmail Özmel: Hukuk bilgileri tıpkı Tıp bilgileri gibi bütün vatandaşların az çok bilmeleri gereken, günlük hayatta herkesin ihtiyacı olan bilgilerdir. Bu iki bilim dalının bilgi kırıntılarını okullarımızda çocuklarımıza öğretmenin yollarını bulmalıyız. Halen aşı olalım mı olmayalım mı diye tereddüt edenlerin eksikleri nedir diye sorarsanız, bilime itimatları sağlanamamış anlayışlardır diyebilirim.
Avukatların sayılarının az olduğu dönemlerde dava vekilleri vardı. Onlar adliyelerde hukuk ve ceza başkâtibi olarak çalıştıktan sonra emekli olanların dava vekilliği yapabilmelerini sağlayan yasa hükümleri vardı.
Size bir örnek vereyim. Avukatlığa yeni başladım, vakıflarla ilgili bir dava geldi, araştırmak istiyorum, avukat ağabeylerden birisine sordum, “Dava vekili Faik Gürel’in elinden bu davalar çok geçti ona sor” dedi. Hakikaten gittim ve bana davalarla ilgili içtihatlar verdi, faydalandım.
Hukuk ciddi bir eğitim ister, bunu öğrenciye okuduğu fakültenin hissettirmesi gerekir. Hukukun devamlı geliştiği ve yeni meselelerin ortaya çıktığı bu sebeple hayatla hukuk arasındaki mesafeyi açmamak gerekir. Hukuk, millet fertlerinin devletle ahenk içinde yaşayabilmesi için yasaların buna cevap verecek gelişmeye ulaşması gerekir. Aksi halde çözüm diye ortaya konulanın ahengi bozarması işten bile değildir. Stajların ciddi bir şekilde yaptırılmasında sayısız fayda olduğunu, Hukuk Fakültesini yeni bitiren gencin günlük uygulamalarla güçlendirilmesi düşünülmelidir. Stajdan sonra bir imtihan da yapılabilir. Böylece stajın etkileri derecelendirilebilir. Hatta kürsüde, staj esnasında bazı davalara girerek ilk celselerin titreşimini azaltmak gerekir. Hukukçuların hukuki bir meseleye veya cezai bir meseleye nasıl yaklaşılır sorularına cevap verecek hâle gelerek mesleğe başlamaları gerekir diye düşünüyorum.
F. Tan: Hayatınızda sizi çok etkileyen bir anınızı anlatabilir misiniz?
İsmail Özmel: Bir defasında yazıhaneme kadınlı erkekli bir grup girdi. Buyurun oturun dedim. Meseleniz nedir? Bir boşanma davası söz konusu. Taraflar konuştu, bir tarafın kardeşi konuştu. Kadının rahatsız olduğu bu sebeple boşanmak istediklerini söylediler. Diğer yakınlar konuştu. Anlatılanlar bende şöyle bir kanaat uyandırdı. Eşlerin ikisi de ruhi bir bunalım içindeler, ikisinin de doktor muayenesine ve tedavisine ihtiyacı olduğu ve boşanmak değil yardımlaşarak bu badireli durumun atlatılması gerektiği kanaatine vardım. Beraber gelenlerden aklı başında bir bey vardı, onu yazıhanenin dışına alarak anlattım. İkna oldu. Doktora gitmek üzere yolcu ettim.
F. Tan: Yıllardır Akpınar Dergisi’ni yayınlıyorsunuz. Gelecekte Akpınar Dergisi nasıl olacak?
İsmail Özmel: Ayrıntıya girmeden edebiyatın her dalında güzel yazılara ve şiirlere yer verirken, düşünce yazılarına da yeteri kadar yer vermeyi düşünüyorum. Yarışmalar, ödüllü yarışmalar, okuma zevkini anlatan seminerler, konferans ve paneller düzenlemeyi bunların bir kısmını İl Kültür Müdürlüğü veya Milli Eğitim Müdürlüğü ile ve üniversitemizle el ele yapmak istiyorum.
F. Tan: Niğde’yi edebiyat anlamında en iyi temsil eden kişilerden birisiniz. Niğde ile ilgili birçok kitapta sizden edinilen bilgilere atıfta bulunuyor. İnsanlar size nasıl ulaşıyor ve onlara nasıl yardımcı oluyorsunuz?
İsmail Özmel: Bana bizzat gelerek, telefonla, ileti adresimle ulaşıyorlar ya da yayınlanmış kitaplarıma atıf yapıyorlar.
F. Tan: Niğde’de edebiyat ve kültür alanında başarılı bulduğunuz kişiler var mı?
İsmail Özmel: Olmaz olur mu?
F. Tan: Niğde kent kültürü ve sosyolojisine sizler gibi katkı sunmak isteyen yazarlara neler önerirsiniz?
İsmail Özmel: Şehri sokak sokak gezsinler, çevrede neler var, meydan, cami, sebil, sarnıç, çeşme, tarihi eserler, tarihi kalıntılar, onların hakkında bilgi sahibi olmaya çalışsınlar. Şehirle ilgili yayınları okusunlar. Şehrin ne kadar çok insanı ile ilgi kurar onları dinlerlerse, şehirle ilgili ilginç şeyler duyabilir. Bunları kitaplarda öğrendikleriyle değerlendirip süzmesi gerekir. Her duyduğunu yazmak yazarlık değildir. Bunun bilimsel bir değeri olmayacağını sanıyorum. Şehrin yetişkin insanları ile konuşsunlar. Yaşlılarda hayatın bazı özleri günlük konuşma şeklinde ortaya çıkar. Yazılı belgeler ve kayıtlar birinci derecede önemlidir diye düşünüyorum.
F. Tan: Niğde’yi kültür ve edebiyat anlamında sizden sonra sizin izinizde bu misyonu taşıyacak çıraklarınız ya da sizin ekolünüzü temsil edecek isimler var mı?
İsmail Özmel: Üniversitemiz başta olmak üzere çok kalem sahibi olduğunu var sayıyorum veya gönlüm öyle istiyor.
F. Tan: 2 Mart 2021 tarihinde Sabah Gazetesi’nde Yavuz Donat, Öküz Mehmet Paşa hanından bahsediyor. Faruk Nafiz Çamlıbel’in "Han Duvarları" şiirinde bahsettiği han gerçekte neresidir?
İsmail Özmel: Bu han Niğde’nin Burhan mahallesindedir. Dereye yakın, iki katlı büyük bir yapı idi. Bu olayı Akpınar’da iki yazı ile Niğde TV’de Doç. Dr. Ramis Karabulut’la yaptığımız programda ayrıntılı bir şekilde anlattım.
F. Tan: Niğdelilere bir mesaj vermek isterseniz neler söylemek istersiniz
İsmail Özmel: Çocuklarımızı, kız erkek ayrımı yapmadan, okutalım. Onların bir meslek ve sanat sahibi olmalarını mutlaka sağlayalım. Artık çağ bizden daha çok inanç, daha çok bilim ve teknoloji, daha çok dürüstlük ve vatanperverlik bekliyor. Türkiye’de yaşayan herkes, bu ülkenin ekmeğini yiyen ve suyunu içen herkes, Türk milletinin bir ferdi, ülkenin bir hizmetkârı olduklarını hiçbir zaman unutmasınlar. Beraberce yaşayıp, bolluk içinde huzurlu ve mutlu olsunlar.