Nevruz, demirden dağı eriten Göktürk'lerin Ergenekon’dan çıkmalarını, baharın gelişini, doğanın uyanışını temsil eder. Doğu Türkistan’dan Balkanlara kadar tüm Türk kavimleri tarafından her yıl 21 Mart’ta kutlanır. On iki hayvanlı takvim ve Melikşah’ın Celâli takviminde yılbaşı olarak belirlenen 21 Mart, Divân-ı Lugâti’t-Türk’te de ilkbaharın gelişi olarak kabul edilir.
Ergenekon destanının ana figürlerden birisi bir bozkurttur. Türkler bozkurtun rehberliğinde yola revan olup Ergenekon’dan çıkmışlardır. Her milletin sevdiği ve kendisi için simge olarak gördüğü hayvanlar vardır. Türkler için bu simge bağımsızlığın ve özgürlüğe düşkünlüğün sembolü olan bozkurttur. Hayvanlar aleminde kural koyucu özelliğiyle müstesna bir yeri olan kurt asla boyunduruğa gelmez, baş eğmez, köpek davranışı göstermez. Türk, Moğol ve Altay mitolojisinde kutsal kabul edilir. Göktürklerde dişi kurt ana, Uygurlar için erkek kurt atadır. Oğuz destanlarında Bozkurt, kavmin rehberi, seferleri göçleri başlatandır. Kurt metaforu günlük hayatımızda, güzel sanatlarda, sinemada edebiyatta, folklorik unsurlarda, deyim ve atasözlerinde, hatta Mesnevi gibi klasik eserlerde, ders alınması gereken mesellerde karşımıza çıkar.
Bir kurdun asla kurtluğundan vazgeçmediğine bizzat şahitlik ettiğimi söyleyebilirim. Evet; gerçek bir kurtla tanışmam yıllar öncesine dayanır… Seksenlerin başında “Hoca” lakaplı akrabamız Sefa Ecemiş, kucağında bir enikle Çamardı’daki bağ evimize gelmiş, İki-üç aylıktan fazla olmadığını tahmin ettiğim bu sevimli hayvanın bir kurt yavrusu olduğunu öğrenip hikayesini dinlediğimde heyecan ve şaşkınlığımı gizleyememiştim.
Sefa Hoca’nın tarla ortağı olan çoban emmi, Aladağların yüksek yaylalarında davar güderken bir kaya kovuğunda kurt inine tesadüf etmiş, anne kurdun her nasılsa ortalarda olmamasını fırsat bilerek yavrulardan birini yuvasından koparıp “ikrama geçer” düşüncesiyle Hoca’ya hediye etmişti. O da kurdu sahiplenip evine almış, diğer eniklerle beraber büyüyüp evcilleşebileceğini düşünerek biberonla beslemeye başlamıştı.
Eşin dostun; “ Hocam vazgeç bu sevdadan, kurt kurtluğunu yapar, kat’iyen evcilleşmez” ikazlarına aldırmadan yavruyu ehlileştirebileceğine kendini o denli inandırmıştı ki, güz bitip kışa yaklaşırken hayvancağızı Adana’ya götürmüş; apartman balkonunda beslemeye kalkmıştı. Kış boyu iyice agresifleşen yavru kurt, mahalleyi birbirine katmış, konu komşuyu huzursuz etmişti.
Çamardı’ya geri götürüldükten sonra boyuna bakmadan mahalle köpekleriyle dalaşan, avluyu, kümesi birbirine katıp çoluk çocuğa korkutan, Hoca’nın elini kolunu kapan kurt, kesinlikle evcilleşme emaresi göstermemiş, içgüdüsel saldırganlığı gün geçtikçe artınca Bereketli’deki evin elma ambarına kapatılmış; muhtemelen orada yediği fare zehiri yüzünden bir süre sonra telef olup gitmişti.
Katranı Kaynatırsan olur mu Şeker….
Köpek ve kurt genomlarının günümüzde şifresi çözülse de evcilleştirme aşamalarında hala gizemini koruyan noktalar olduğu söylenir. İnsanoğlu, yerleşik düzene geçtiği Cilalı Taş Devri diye de anılan Neolitik Dönem’den beri bu işlere kafa yormaktadır. Köpeğin, on beş bin sene evvel başlayan evcilleşme süreci 200 yıl önce oluşturulmaya başlanan ırk standartlarının belirlenmesiyle devam etmekte olmasına rağmen Sefa Hoca, üç beş ay içinde kurdu köpeğe dönüştürebileceğini düşünmüştü. Bu ise zebraya palan vurup harmandan yük taşıyabileceğine inanmak kadar gerçek dışıydı.
Buna benzer girişimlerin önlenmesi adına belki de hayırlı olan bu vaka, üzerinden kırk yıl geçmesine rağmen belleğimde tazeliğini korurken, tavuk-cülük sahibi konu komşu ile hısım akrabadan bazıları, kurdun gelişi ve yok oluşunu net olarak hatırlamaktadırlar.
Orta Asya step hayatında insanoğluyla eşit şartlarda yaşayan kurtlar birçoğumuzun düşündüğü derecede yabani değildir aslında... İlmi, fenni araştırmalar adına kurtlar arasında günlerce yaşayıp çiğ etle beslenen adeta kurt adama dönüşen bilim insanlarının vardığı sonuç; kurdun insanoğluna düşman olmadığı yönündedir. Ancak yiyecek bulma dürtüsü, kurtları insanların yakınına kadar getirir, insan da korkup buna karşı koyunca kurtlar vahşi yüzlerini gösterirler.
“Kurt Kışı Geçirir Ama Yediği Ayazı Unutmaz”
Bunca yıldır dağda bayırda ovada kırda dolaşır yerel halkla sohbet ederim. Aladağlar’daki faaliyetlerimiz yaz aylarında olduğundan kurda hiç denk gelmedim ama bu konuda nice çoban hikayesi dinledim. Sürüyü sinsice takip edip kuzuları kapan, çoban köpekleriyle ölümüne dövüşen, Sarıkeçili aşiretinin kervanını yeden eşeği bile yiyip yutan kurtların insana doğrudan hücum ettiğine dair bir kurt vakası hiç duymadım.
“İnsan Acıkınca Dağa Çıkar, Kurt Acıkınca Şehre İner”
Ailesine en bağlı hayvanların başında gelen kurtlar, enerjilerinin büyük bir kısmını yavrularını beslemekle geçirirler. Kış aylarında ise avladıkları hayvanlar ortadan kaybolduğunda ya köy sınırına doğru harekete geçer ya da yaban keçisi peşinde sarp kayalara tırmanırlar. Ibex( Yaban keçisi) bölgesine girdiklerinde işbirlikçi Dağ Kargaları gaklayıp erken uyarı vermeleri sayesinde tabanları yağlayan keçiler, kurdun işini iyice zorlaştırır. Kaçan sürünün peşine düşüp çetin koşullarda karlara bata çıka iki sıska çebiçe talim etmektense, mezralara köylere inip semiz hayvanlara dadanmayı yeğ tutan kurtların buradan ekmek çıkarabilmeleri için sürü oluşturmaları gerekir. Soğuk kış gecelerinin ıssızlığında evlerin avlularına ve ahırlara kadar girme cür’etini gösterip sıpa veya taylardan gözlerine kestirdiklerini mideye indirdiklerinde büyük bir zafer kazanmış olurlar.
1922 yılında Niğde Sıhhiye Müdürü Dr. Mehmet Hayri tarafından hazırlanmış olan Türkiye’nin Sıhhi ve İçtimai Coğrafyası-Niğde Sancağı adlı eserinin Hayvanat-ı Ehliye ve Vahşiye bölümünde, Niğde bölgesindeki kurtlar şöyle anlatılır: “Kurt ağnam sahiplerini oldukça mutazarrır eder. Kışın şiddetli ve boralı zamanlarında kuraya ve hatta kasabat içerilerine girdikleri vaki olur”.
Kurdun Boynu Kalındır, Kendi İşini Kendi Görür
Günümüzde insan davranışları nasıl değiştiyse yaban hayvanlarının içgüdüsel davranışları da büyük ölçüde dumura uğradı. Küresel ısınma nedeniyle oluşan mevsim değişiklikleri domuz ve tilkileri adeta evcilleşip insan elinden beslenir hale getirdi. Büyük kentlerin, metropollerin caddelerinde dolaşmaya başlayan zavallı hayvanlar gazetelere televizyonlara haber oldular. Ama kurt, şartlar ne olursa olsun insana minnet etmez, es-kaza şehre inse bile sıvışmanın bir yolunu bulur, ne yapar eder karnını doyurur, hayatta kalmayı başarır.
“Kurdun izi sürülmez” derler. Adeta uçan kuşun izini sürerek dolaşan kurtlar, Ortalıkta pek gözükmeseler de hep vardırlar. Kendi bölgelerini işaretleyip hakimiyet kurduktan sonra Alfa erkeği sürünün lideri olur. Bahar ve yaz aylarında tek dolaşır; hava koşullarının değişmesiyle ortalama 6-7 bireylik sürüler oluştururlar.
Mahalli ağızla; böcü-canavar denilen kurtlar her mevsimde avlanabilen zararlı hayvan sınıfına sokulmuştur. 90’lı yılların başında hangi akla hizmetse, Aladağlar Bölgesinde kurt inleri bulunup adeta bir katliam yapılmış olduğunu Cengiz Kayacılar anlatmıştı. Bunu duyduğumda muhteşem bir yapım olan belgesel kıvamındaki WOLF TOTEM filmini hatırladım. Türklerin kurtları neden simgeleştirdiğine dair anlatımlar da ihtiva eden film, “Doğanın düzeni bozulursa doğa senin de düzenini bozar” temasını fevkalade işlemiş olup Orta Asya step hayatını ve kadim Türk boylarının doğaya yaklaşımlarını yansıtması açısından seyredilmesi gereken filmler arasında ön sıralarda yer almalıdır.
Anadolu kırsalında yol kenarlarında görmeye başladığımız “domuz çıkabilir” tabelaları, yaban domuzlarının ne denli çoğaldığının apaçık bir göstergesidir. Çamardı bölgesinde de son yıllarda kurtlar azalınca bölgede daha önce pek görülmeyen yaban domuzlarının çoğalıp tarlayı tapanı talan eder hale gelmesi, çiftçinin köylünün onca sıkıntısının üzerine tüy dikmişe benziyor. Kurt olmazsa domuzlar ürüyor, popülasyon artınca doğal denge bozulup beslenme sıkıntısı baş gösteriyor, Kurt izi, it izine karışıyor…