Geçtiğimiz günlerde Japonya’nın en popüler kanallarından olan TBS’de yayınlanan Gümüşler Manastırı ve Kapadokya konulu yarışma programının, Japonya genelinde reyting rekoru kırdığı tarafımıza bildirildiğinde Hayalî’nin şu beyti aklıma geldi:
Cihân-ârâ cihân içre ârâyı bilmezler
O mâhîler ki deryâ içredür deryayı bilmezler
Meâlen: Cihânı var eden Yaratıcı cihânın içindedir. Herkes onu aramayı bilmez. Nitekim denizdeki balıklar da denizin ne olduğundan haberdâr değildir.
Japonlar oldum olası Kapadokya bölgesi ve Gümüşler Manastırı’na ilgi göstermişlerdir. Eloğlu, Dünya’nın bir ucundan gelip buraları keşfeder, memleketimizin tadını çıkarırken bizler elimizin altındaki güzelliklerin farkında olmadan, kıymetini bilmeden yaşıyoruz. Kimi zaman ahır, kimi zaman samanlık olarak, ambar olarak asırlarca kullanılan Manastır ciddi bir hasara uğramadan bu günlere geldi.
Bölgenin en iyi korunan fresklerinin bulunduğu ve yekpâre kaya bloktan oyulmuş en büyük kilise olması ile dikkatleri çeken Manastır, 1960’larda fresklerde meydana gelen bir restorasyon kazası sonucu Meryem Ana’nın ifadesi gülümser bir hal alınca Gülen Meryem ile anılır oldu. Yıllar yılı bu şekilde lanse edildi. Ancak Hıristiyan dünyası ile Arkeoloji-Sanat Tarihi camiası, Gülen Meryem hikâyesine hiçbir zaman inanmadı. Zamanın Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay Niğde’ye geldiğinde, Gülen Meryem’i daha kapsamlı tanıtalım diye beyanat vermiş, gelen tepkiler üzerine “Brezilya’daki zenci İsa’ya inanıyorlar da neden Gülen Meryem’e inanmasınlar” demişti.
Bir dönem sanki Niğde’de başka yer yokmuş gibi bütün destinasyonlar, bütün broşürler, bütün söylemler Gülen Meryem’e çıkıyordu. Neyse ki artık tur rehberleri bunun bir restorasyon hatası olduğunu söylüyor. Meryem Anamızın güleceği varsa da ağlıyordur halimize…
Şimdilerde son derece popüler hale gelen, bağ bahçe fiyatlarının tam manasıyla uçtuğu, Niğdelilerin villa yaptırmak, arsa almak için birbiriyle yarıştığı Eskigümüş’ün, çocukluğumun haylazlık mekânları arasında özel bir yeri vardır. Niğde’ye yakınlığı, suyun suvatın bolluğu, toprağın bereketi, bağın bahçenin, çiçeğin böceğin cazibesi bizi hep kendine çeker, şehirde sıkıldığımızda ilk fırsatta soluğu Eskigümüş’te alırdık.
Yirminci yüzyılın başlarında Çamardı Bereketli’ye gelin giden büyük anneannem; Hacı Hadıroğlu kızı Zöhra Ecemiş’in sülâlesi Eskigümüş’ü yurt tutmuş, hısım akrabamız; Türkmen oymaklarının kutlu addettiği dağların eteğine kurulmuş olan bu güzel kasabada kök salmıştı.
Memnune Halamızın Eskigümüş’teki evini ziyarete gittiğimiz günlerde annemin sohbete dalmasından faydalanarak bahçeye iner iyice coşar, azıtırdım. Serum lastiğinden yaptığımız sapanlarla kurda kuşa nişan alır, kuş bulamazsam kertenkeleleri hedef yapar, onu da bulamazsam tezekten mamûl arı kovanlarına sapan sıkar, dışarıya çıkan arılardan kaçmayı marifet sayardım. Dört yaşındayken ilk şoförlük tecrübemi de burada yaşamış, Skoda pikabımızın kilitsiz kapısından içeri sızmış, el frenini indirerek beş on metre gitmiş, her nasılsa yol kenarındaki kayalara çarparak durmuştum. O sırada annem feryâd ederek yetişmiş, bir taraftan herhangi bir kaza olmadığına şükrederken diğer taraftan kulağımı bayağı çekmişti.
O vakitler Yeni ve Eskigümüş olarak anılan mahallelerden ibaret olan kasabada günümüzdeki kadar dağınık yerleşim söz konusu değildi. Anadolu’nun bağrında yeşillikler içinde şirin bir köy görünümündeydi. Manastır bölgesinde mesken olarak kullanılan mağaralar ve davar damları vardı. Kapı önlerinde oturup dantel ören, kirman çevirerek yün eğiren analar bacılar evlerinde de halı-kilim dokurlardı.
Kırk elli sene öncesine kadar elmacılık iyi gelir getirdiğinden ve Ortadoğu’ya hatırı sayılır hacimde ihraç edildiğinden, kasaba halkının refah seviyesi yükselmiş, kevencilik geçim kaynağı olmaktan çıkmış, varlıklı aileler Niğde’den ev-arsa almaya başlamışlardı.
Keven, Niğde için ticari değeri olan bir bitkiydi. Yeni kuşaklar kevenin fırın ve tandırlarda yakacak olarak kullanıldığı için kesildiğini sanmaktalar. Bu kısmen doğru olsa da esas kıymetli ürün, bitkinin gövdesinden elde edilen Kitre idi. Keven kesildikten sonra gövdesi dikenden ayrılıp bıçakla çiziliyor, buradan akan süt havayla temas edince donup Kitre’ye dönüşüyordu. Sentetik materyallerin icadından önce sanayide geniş kullanım alanı olan Kitre, tekstilden, yapıştırıcı imâline, mühür yapımından ilaç sektörüne kadar türlü sanayi kolunda kullanılıyor, Gümüşler Kasabası ile Kitreli bölgesini geçindiriyordu. 1950’lerden sonra kimyasalların yaygınlaşmasıyla kitreye olan talep düşerken keven bitkisi de hızla yok oldu.
Yörenin havasından mı suyundan mı bilinmez, Gümüşler ahalisinin espri yeteneği gelişmişti. Sohbet ve meclislerde birbirlerine takılmadan edemezlerdi. Sohbetleri fıkra tadında idi. “Allah bizi seviyor, öyle bir memlekette yaşıyoruz ki perşembe sabah kalkıp Niğde’ye giderken de akşam dönerken de güneşi sırtımızdan yeriz. Halbuki Adırmusunlular (Koyunlu) giderken de sırtarırlar, dönerken de…Güneş hep yüzlerine vurur, gide gele suratları Sarıova’nın güneşini yimiş köseleye döner” derlerdi.
1957 yılının haziran ayında Nuh Tufanı’ndan beri görülmemiş bir dolu yağışının ardından gelen sel felâketi, Eskigümüş’ün altını üstüne getirdi. Taşpınar-Dumlu yaylalarından inen sel suları, birçok evi, ahırı, ağılı, ambarı yıktı, bağı bahçeyi millendirdi, sığırı, davarı önüne kattı, ağaçları söktü götürdü. Sel suları günlerce Niğde’nin derelerinden aktı gitti.
Sel felâketinden en çok zarar gören yer köyün kadim yerleşim bölgesi olan Avlanlı Mahallesi idi. Niğde’nin önde gelenleri ve İzzet Ecemiş’in girişimleri neticesinde 1958 yılı başında Gümüşler Belediyesi kuruldu. Ecemiş, zamanın İmar ve İskân Bakanı Aksaraylı Medeni Berk ile görüşerek acil ödenek çıkarttırıp evleri zarar görenler için Yenigümüş tarafında yerleşim alanları oluşturdu, ivedilikle ahâlinin yaralarını sardı. Gümüşler’e heykeli dikilmesi gereken İzzet Ecemiş, 1958’den 1973’e kadar Belediye Başkanı olarak hizmet verdi.
Günümüzde ise Gümüşler Belediyesi örnek alınacak işlere imza atıyor.
Belediye Başkanı Recep Caymaz’ın girişimleriyle Manastır karşısında açılan kahvaltı salonu-cafe; servisi, yemekleri ve ambiyansıyla, sadece turistlerin ilgisini çekmekle kalmayıp, Niğde’nin kodamanlarının hatırlı misafirlerini ağırladıkları bir mekân haline geldi.
Belediye kaynaklarıyla inşa edilmekte olup sezona yetiştirilmesi planlanan Gümüş Alabalık Tesisleri’nin de adeta kartal yuvası gibi olan konumuyla, yakın gelecekte yerli yabancı turistlerin ve Niğdelilerin ilgi odağı olacağına şüphemiz yoktur.
Gümüşler’in Japonya’nın bir kasabasıyla kardeş ilan edilip, karşılıklı ziyaretler yapılması tanıtım açısından fevkalâde olacağı gibi dünyaca ünlü yazar Haruki Murakami’ye Manastır’da bir imza günü düzenlenmesi dünya çapında bir olay olacak ve Amir Khan etkisi gösterecektir.
Gümüşler ve Niğde’nin tanıtımı konusunda üstün gayret gösteren Niğde Turizmciler Dernek Başkanı, Gümüşler eşrafından Bahar Şahiner Öke ile soyadına yakışır şekilde, verdiği vaadlerden ve sözünden caymayan Recep Caymaz başkanımıza Eskigümüş’ün çıtasını yükselten gayret ve girişimleri adına takdir ve şükranlarımı iletiyorum.